13 Temmuz 2015

Erginbay Şiiri Üstüne Özlem Çiçek Yazısı

GÖNDERİLMEMİŞ MEKTUPLARI DA GİDEN BİR ŞAİR: ŞERİF ERGİNBAY
“Mermerle bir yazılmışsa tarihi
Gönderilmeyen mektuplar da gider
-anla nereden geldiğini hüznün- “
Dinginlik içini ürpertir mi insanın? Sakin dalga oyar mı kıyıları?
Şiirler vardır; iç denizimize usulca demir atan. Altı çizilmemiş, ışıltılar kuşanmamış, törensiz, gürültüsüz...  Yalınlığın en değerli bezek, fısıltının en yakıcı haykırış olduğunu duyumsatan...  Suskunun kundağında büyütülen çığlıklar vardır.
“Uzun bir çığlık için yıllarca susmak gerek;
şafak için gece nasıl susarsa,
Dere coşmak için nasıl beklerse Kasım’ı.
Uzun bir çığlık gerek
vurmak için karanlığı!”
Kimi insanların özel bir duruşu vardır hayata karşı. Hiç çaba göstermeden sezdirirler “kim”liklerini; kullandıkları dil, ait oldukları değerler dünyasının imlerini taşır. Şerif Erginbay'ın ilk kitabı “Dar Köprü”nün “Neden Sanat?” başlıklı giriş yazısında olduğu gibi...
“Eğer aforizma biçiminde dillendirirsek çok farklı açılardan bakabiliriz sanata. Bu tarz bilginin sağladığı genel bakış, ayrıntılarda yitip gitmekten korur bizi çoğu zaman.
Bütün kötülüklerin anası; insanın üretimine ve üretiminin sonucuna, giderek doğaya, kendi cinsine yabancılaşması, yabancılaştırılmasıdır. Endüstriyel sistemler sonunda ‘insanın organik olmayan organı: doğa’ ile bağlarını dumura uğrattılar, kopardılar.
Sömürünün, eşitsizliğin, savaşların, baskıların, ekolojik sorunların gün geçtikçe katlanarak büyümesi şu lanetli öngörüyü akla getiriyor: ‘İnsanlık toplu olarak soysuzlaşabilir.’ Ne yazık ki, yazılı tarih böyle bir evrime yönelmeyeceğimize ilişkin fazla bir kanıt sunmuyor bize.
İnsan türü için böylesine korkunç bir yıkımın ancak sanat önüne geçebilir. Sanat, insan tinini yeni bir olgunluk sınavına hazırlayabilir. Sanat ve entelektüel çaba günlük yaşantıda insan davranışına yön verici içselleştirilmiş bir güce ulaşabilirse, tarihin ve coğrafyanın örsünde insan tinine yeni bir biçim vermeyi başarabilirse, belki o zaman gezegenimizde yaşanılası bir hayat filizlenebilir.”
Şairin yaşam öyküsünde 52 yıla sığdırdığı upuzun yolculukların izi var:
Kimlik adı Mehmet Bozkurt olan Şerif Erginbay 1957 yılında Antalya’nın uzak bir dağ köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Karaman’da parasız yatılı, liseyi Manavgat’ta okudu. Gençlik yıllarında kuşağının birçok insanı gibi tutuklandı, cezaevlerine girdi-çıktı. 1980-83 arası Samsun 19 Mayıs Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. 1983 yılında yeniden tutuklandı, okulla ilişiği kesildi.
1987 yılında keşfettiği (Murtiçi-Ahmetler Kanyonu) eski bir su değirmenine yerleşti. Kamp yeri ve balık lokantasına dönüştürdüğü bu değirmende dostları, eşi ve iki çocuğuyla 13 yıl yaşadı. Bu süreçte kendini değirmenle özdeşleştirdiğini duyuruyor bazı dizeler:
Gün gösterendir
hain aynasında yitikleri.
Ve taşır durur kederi
bir bedenin ıssız değirmenine.”
Uzun yıllardır düşe kalka sürdürdüğü şiir çalışmalarını, 1988 yılından başlayarak Son Yeni Biçem, Kıyı, Yaşasın Edebiyat, Bahçe, İnsan Şiir Defteri, Morca, S’imge, Etken dergilerinde yayımladı. İlk kitabı Dar Köprü 2000 yılında Hera Şiir Kitaplığı’ndan çıktı.
Dar Köprü'nün ikincil adı: “Bir Düşülke'nin Yurt Edinme Öyküsü.” Kitap -alt başlıklarıyla şairinin yaşamındaki  sapaklara dikkat çeken- üç bölümden oluşuyor:
Dar Köprü,1: Arayış... Karşılaşma... Tanışmalar..
Dar Köprü, 2: İlişkiler... Savrulmalar... Deneyimler...
Ayrı Gibiler: Kadınlar... Adamlar... Aşklar... Kaçışlar...
Yurt edinilmesi gerçekliğin duvarıyla engellenen “düşülke”, -savrulmalara ve kaçışlara karşın- şairin yüreğini yurt edinmiş.
“Ey gökyüzünün başını döndüren kartal!
Düşlerde yol alışı sürgünün
yitirdiği dal üstünedir.
Yorgun değilsin taşın yüreğini aramaktan,
kök yadsımasa,
dal ezmese bağlılığıyla seni.”
Şimdi bir yanı Toroslar’da, bir yanı Akdeniz’de.  2000’den beri Antalya’da yaşıyor. Metin yazarlığı, edebiyat dergiciliği, grafik-tasarım ve masaüstü yayıncılıkla uğraşıyor.  Yeterince dağıtımı olmadığına inandığı Dar Köprü ile baskıya hazır yeni şiirlerinden oluşan Geniş Zamanlar'ı bir arada "Dar Köprü ve Geniş Zamanlar" adıyla yeniden kitaplaştırmayı tasarlıyor. Köprüler daralırken zamanı genişletmenin sırrını üleşmek için belki...
“İki kanat eğilir önünde eksilen günün
Dünü anımsayarak genişler zaman
Sırdaş bulut örter üstünü gülünün
İki kanat, şimdi uç dallarına konan.”
İlk kitabı çıktığında hissettiklerini, “yılların hesabını vermek gibi” diye özetliyor, “ben buyum, buraya sığdırabildim sonunda kendimi, işte anahtar demenin farklı bir yolu.” Anahtar eğretilemesi yerinde, ama derin iç dünyasını şiire sığdıramıyor şair. Dizelerden taşan duygu okuru da derinlere çekiyor.
“Şairin hayatı şiire dahil” diyor ya Cemal Süreya,  Şerif Erginbay da yaşantılarını, dünya görüşünü ve deneyimlerini ustaca harmanlıyor dizelerinde. Hüznünü, kırgınlığını, yenilgilerini serpiyor üzerine; ama en çok yorulmayan umudunu, dayatmalara teslim olmayan düşlerini, dimdik duruşunu... Okunup unutulacak şiirlerden değil bu yüzden yazdıkları. Buruk bir tat bırakıyor, dönüp dönüp okuma isteği uyandırıyor. Çok
katmanlı bir dili var; sözcüklerin değişmeceli anlamları, her okuyuşta bir başka kılığa bürüyor şiiri.
İlhan Berk'in Şiirin Gizli Tarihi'ndeki yorumu gibi, “İyi bir şiir, bir şey anlatmaktan çok, bir şey sezdirir, duyurur. Şiirde anlam budur işte.” Erginbay şiirlerinde her ne kadar düşünmeye çağrı varsa da, asıl, sezgilerin kapısından giriyor okur o büyülü iklime. Öyle dinlenmiş, öyle duru, öyle bilgece ve kendinden emin akıp gidiyor ki dizeler, akıntıya kapılıp şiirin bir parçası olmak işten değil!
Bir şair Türk ve dünya edebiyatının iyi şairlerini tanımalı, bilmeli –en azından genel olarak- ve şiirini sevdiği, kendine yakın bulduğu şairleri daha çok okumalı. Okumalı, kavramalı ve sonra unutmalı.” Bir söyleşide dile getirdiği bu öneri, Şerif Erginbay şiirlerinin kendi sesini nasıl bulduğunu da açıklıyor.
Çağının ruhunu yakalamış bir şair o. Yaşadığı çağın getirdiği sosyal ilişkileri, ekonomik yapıyı, bu yapının insan üzerindeki etkilerini irdeliyor. Hayata, devrime, topluma, doğaya, aşka ve insana inanıyor, bu inançla var kılıyor kendini. Bitimsiz bir iç hesaplaşma seziliyor dizelerinde (bellekte küs zamanın burgusu/ onca yıldır oyuyor içimi/ onca yıldır/ onarılmaz olanın sakin öfkesi),  sivri köşeleri törpülenmiş bir isyan (Kasım yağmurları yumuşattıkça asi kalıyordu düşlerimiz), vazgeçişlerin kadife tenine dokunur gibi görünürken vazgeçememenin dikenli tellerinde kan revan... (Gözü karalığımızda devinen yol / yeniden çağırıyor bizi / her moladan sonra.)
Özgün, çarpıcı eğretilemeler (sudaki sabrın sakin şiiri/ incinir aceleci yağmur), karşıtlıkların bileşiminden yarattığı imgeler (gergefinde ruhumu dokuyor aç evren/ yine de dost kalıyoruz tok güneşle), zengin söz dağarcığı (baç, avlak, yolak, bungun, gündeş, berkitmek, düşbaz, aldaç, süveyda, göğem, atlangıç, eğriş, aklan, temren vs.) ve felsefe yüklü, farklı bakış açısı (silahı yüreğinde gömülü olanlar avlak aramazlar, tan vakti vururlar kendilerini), şiirlerinin en belirgin özellikleri. Erginbay, elinde fırça, sözcükler boyuyor. Üç boyutlu bir resmin içinde yitip gitmek gibi bu şiirleri okumak; daha önce hiç bakmadığımız, görmediğimiz, ayrımına varmadığımız renklere karışmak gibi...
“Unut(ama)mak” şiirlerin anahtar sözcüğü; ertelenmiş düşler, tutkuyla başlanıp tamamlanamamış, hem önünde hem ardında çığlıklar bırakmış bir öykü... (Dağılır ay çevreni,/ değişir bulut/ ve yineler kendini./ Düş kanar durur geçmişin eksik tarihini.)  Unutamadıklarımız, yaşanmamışlıklarımız değil mi zaten; yarım kalmışlıklarımız...
Yol kıyılarını topluyor;
Tedirgin uzanan ağaçlar siliyor belleğini.
Kış güneşi gecikmiş ürününe düşüyor tarlaların.
Terli alnın bildiğini unutan mendil rüzgar kolluyor
Kaybolmak için. Her yer toz.
Her yer toz; unutup gitmek için.”
Çok kullanılmış, yıpratılmış şiir temaları: Yalnızlık, yenilgi, ötelenmişlik duygusu, anları anıya dönüştüren zaman, eksik yazılmış tarihi hayatımızın, öfke, içten içe yaşanan isyan, edilginliğimizin ağır yükü...  Hep duyumsadıklarımız öyle farklı imgelerle, söz dizimleriyle çıkıyor ki karşımıza, bu şiirlerde her şey yepyeni...
Erginbay şiirini en güzel anlatan dizeler aşağıdakiler galiba; yürüdüğü her yolun tozunu bulaştırıyor okuyana. O kendi resmini çiziyor, ama resme bakan için sırlanıyor cam... Kendinde başkasını gösteren oluveriyor.
“Kendi resmini yapmak gibidir adımlar:
bütün kentlerden birer renk
dağlardan rüzgâr alır getirir
yayar boydan boya.
Yayar ruhunu bütün sokaklara.”
Şiirler vardır; içimizdeki narın kabuğunu çatlatır yumuşacık bir esintiyle...  “Ellerimin sesinden/ azar azar eksilen söz” dense de, bir çavlandan dökülürcesine yağan sözcükler, tanelerimize karışır.
Şiirler vardır; “İşte ağzım:” der şair,  “binlerce yol, / kilitli duruyor sana/  sözün anlamı aldattığı bir dünyada.”  Paslı bir kilit kırılır, anlamı kucaklamış sözün dünyası uzanır önümüzde yol yol...
Şiirler vardır; yalnızlığın en cümbür cemaat olduğu zamanda adressiz, pulsuz bir mektup atıverir kapımızın altından. Kimsesizliğe yazdığımız, kimseye göndermediğimiz mektupların bir yerlere ulaşacağı umudunu yeşertir.
“Gün benim neyimdi, bilemeden geçti yıllar.
Nice bulutlar süzülüp geçti yanağımdan, köklerimi yanıltmadı toprak;
ah olmasaydı kabuğumdaki bu tanıklıklar. 

Gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar; içimde sakin bir hasret var.
Yolda olduğumu bilirdim, yol benim ikizimdi; tohum ışırdı
yapraklarımın arasından, yol bunu bilirdi. Kar gizlerimizi vururdu yüzümüze:
aşk aydınlığındaydık o zamanlar.
Dağa boy verdim, açtım kendimi; yan yana oluşumuza sevindim.
Dilini anladım, dilimle çözüldüm; mevsimlerin neremizden geçtiğini gördüm.
Sularını dolaştır aynalı patikamdan, işte terimi sildim.
Hiç anlamasam da olur; gün benim neyimdi, şimdi dallarımda kar;
içimde sakin bir hasret var. O kadar..!”
“Bu şiir benim neyimdi?” duygusu veren şiirler vardır. Bazen “çok  yakındı(r) bize en uzağımızda olan.”


ÖZLEM ÇİÇEK

Hiç yorum yok :